SORU
Yolculukta namazı kazaya bırakmamak için ne gibi tedbirler almak
gerekir?
CEVAP
Değerli kardeşimiz;
Kişi yolcu da olsa namaz kılması farzdır. Bu bakımdan yolculukta
sadece namazın farzını da olsa kılmak gerekir. Ayrıca namaz kılmak için mola
veren firmaları tercih ederseniz bu probleminiz kalkmış olur.
Yolculuğun özel şartları vardır. Eğer kendi kontrolünüzdeki bir
araçla seyahat ediyorsanız, namaz vakitlerinde uygun yerlerde durabilirsiniz.
Ama sizin kontrolünüz dışındaki bir otobüs, gemi, uçak, tren gibi toplu taşıma
aracıyla yolculuk yapıyorsanız, bazı tedbirler almak zorundasınız. Bunun için
sırasıyla şunları yapmalısınız:
a. Vasıta ve zaman seçimi
Gideceğiniz yere kaç saatte gidiliyor ve hangi vakitleri yolculuk
esnasında kılmak mecburiyetindesiniz? Saat kaçta çıkarsanız, daha az namaz
vaktini yolculukta geçireceksiniz? Seyahat ettiğiniz firma, nerede ve hangi
saatte mola veriyor, hangi vakti molada kılmanız mümkün? Firma yetkilileri,
namaza duyarlı mı?
Öncelikle bu soruların cevabını araştırıp, baştan tedbir almanız
gerekir. Kimi firmaların araç kaptanları ve diğer çalışanları namaza karşı
duyarlı, belki kendileri de kılıyorlar ki, mola yerini ve süresini ayarlarken
daha esnek davranıyorlar.
Bir yolculukta, araç kaptanına giderek, “Eğer birkaç dakika daha
bekleyebilirseniz, sabah namazının vakti girecek ve namazımı kılabileceğim.”
dedim. Kaptan kabul etti. Vakit girince namazımı kısa sureler okuyarak kıldım ve
hemen otobüse koştum.
Bir keresinde yeni hareket etmiştik ve tam şehir dışına çıkmışken
akşam ezanı okunmuştu. Birkaç kişi namaz kılıyordu ve şoföre rica ettik. Hemen
bir caminin önünde durdu ve namazımızı kıldık.
Burada dikkat etmeniz gereken, mümkün mertebe önceden abdesti
almak ve fazla zaman harcamadan görevinizi yerine getirmektir. Aksi takdirde hem
kaptanı zor durumda bırakmış, hem de namaz kılmayanların tepkisini çekmiş
olursunuz. Namaz kılmayanları eleştirmek, küçümsemek ve hoşgörü göstermek
zorunda olduklarını düşünmek yanlıştır. Onlar şu anda namaz konusunda sizin
kadar şuurlu ve duyarlı olmayabilirler. Ama bir gün gelir, sizi bile
geçebilirler. Hiç kimseye karşı itici olmamak, herkesin seçimine saygı duymak
gerekir. Neticede namazı Allah için kılacaklar, bizim için değil. Namazın sahibi
onlara süre tanır ve sabırlı davranırken, bizim aceleci olup ıslahı mümkün olan
insanları namazdan soğutmamız doğru olmaz.
b. Mecbursanız araçta kılabilirsiniz:
Namazınızı öncelikle, bir mescidde veya uygun bir yerde, bütün
şartlarına uyarak kılmalısınız. Bunun için firma seçimi, çıkış saatiniz ve mola
zamanına dair bütün tedbirleri aldığınız halde sonuç olumsuz olabilir.
Plânladığınız vakitte mola yerlerinde olamaz ve namaz vakti seyahat esnasında
girebilir. Bu durumda ne yapmalısınız? Öncelikle abdestli olmaya dikkat edin.
Çünkü, abdestli iken en küçük fırsatı bile hemen değerlendirmeniz mümkündür. Ama
buna imkân bulamamışsanız, yine de cesaretiniz kırılmasın. Bu durumda yapmanız
gereken, otobüs kaptanına giderek, namaz kılmak istediğinizi, uygun bir yerde
durabilirse memnun olacağınızı, nazik bir üslûpla söylemektir. Kimi şoförler
böyle bir isteği hemen kabul etmektedir. Ama bazıları, geç kaldıklarını, belirli
bir vakitte gitmek istedikleri yerde olmaları gerektiğini söyleyebilirler.
Nitekim bir yolcu böyle bir istekle şoförün yanına gitmiş. Şoför,
“Daha sonra kaza edersin” cevabını vermiş. Yolcu da esprili bir şekilde, “Ya ben
kaza etmeden önce, siz kaza ederseniz, ne olacak?” diye sormuş.
Bu tür bir olay Mehmed Paksu Hocanın başından geçmiş. Bir
yolculukta namazı kazaya bırakmamak için şoförden müsait bir yerde beş dakika
durmasını rica etmiş. Şoför reddetmiş, bütün ısrar ve ricaları geri çevirmiş. Az
sonra otobüsün ön lastiklerinin ikisi birden patlamış. Şoför aracı güçlükle
durdurmuş. Tabiî, lastikler yenileninceye kadar mecburen mola verilmiş ve Paksu
Hoca namazını kılmış.
Burada önemli bir husus şudur: Şoför reddettiğinde onunla
tartışma yapmak yerine olumlu davranmak en iyisidir. “Nasıl durmazsınız, bu
benim en doğal hakkım, ibadet özgürlüğüne saygınız yok mu?” türünden sözler
söylemek, onu rencide edeceği gibi, daha da inatlaşmasına sebep olabilir. Bunun
yerine, “Yolculuklarımda hep bu firmayı tercih ediyorum. Daha önce böyle
durumlarda hep yardımcı olmuşlardı. Zaten fazla bir zaman almaz. Hemen farzını
kılıp geleceğim.” gibi bir ifade kullanmak, daha sevimli ve ikna edicidir.
Unutmayın: Bütün alanlarda müthiş bir rekabet yaşanıyor ve hiç kimse böyle nazik
bir müşterisini kaybetmek istemez.
Uzun yolculuklarda en büyük derdim, namazları vaktinde
kılabilmektir. Bunun için defalarca hesaplar yapar, sayısız formül üretirim.
Şimdiye dek defalarca otobüs şoförlerine namaz için durmaları ricasında
bulundum. Çoğunlukla anlayış ve yardım gördüm. Tüm tedbirlere rağmen dört başı
mamur bir namaz kılma imkânınız olmazsa, araçta kılmanız gerekir.
Farz ve vacip namazlarınızı hayvan ya da ulaşım araçlarında
kılmanızın zarurî halleri şunlardır:
– Binekten indiğinizde can ve mal emniyetinden endişe
ederseniz.
– Vasıtadan inme imkânınız yoksa veya indiğiniz takdirde tekrar
yetişemeyip kaçırmaktan korkarsanız.
Bu durumlarda namazınızı araç içinde oturarak kılabilirsiniz.
Ancak tren, uçak, gemi gibi vasıtalarda mümkünse ayakta kılınır, değilse
oturarak kılınır. Hayvan veya vasıta üzerinde oturarak namaz kılacak olan kimse,
secdede rükûdan biraz fazla eğilir. Ancak otobüste öndeki koltuğun üzerine baş
koyarak secde etmek mekruhtur.
Hareket hâlindeki araçlarda namaz kılarken kıbleye dönme
mecburiyeti yoktur. Aracın gittiği yöne doğru oturulan yerde îma ile namaz
kılınır. Bu saydığımız yolları hiç denemeden, hiçbir gayrete girmeyip namazı
kazaya bırakmak, büyük bir günahtır. Yolculuk bittikten sonra namazların
kazasını yapmakla sorumluluktan kurtulunmuş olunmaz. Çünkü, burada kazaya
bırakmayı gerektirecek bir engel yoktur. İlmihallere bakarak yolculukla ilgili
seferîlik hükümlerini ve binek üzerinde namazın ayrıntılarını öğrenebilirsiniz.
Bu konuları bilmemek, namazı kazaya bırakmak için mazeret sayılmaz. Çünkü,
dinimizi yaşamaya yetecek kadar bilgiyi öğrenmeye mecburuz.
c. Cem’-i takdim veya cem’-i te’hir yapabilirsiniz:
Eğer uzun bir yolculuk yapıyorsanız ve birkaç namaz vakti
seyahatte geçiyorsa, başka bir çözümden daha bahsedebiliriz. İlmihal
kitaplarında genişçe açıklanan bu çözüme, “cem’-i takdim ve cem’-i te’hir”
denir. Yolculuk ve hastalık esnasında, öğle ile ikindi, akşamla yatsı
namazlarının takdim (öne alma) veya tehir (erteleme) şeklinde birleştirerek tek
bir vakitte kılınmasına Hanefî âlimleri karşı çıkmakla beraber, Şâfiî, Mâlikî ve
Hanbelîlere göre bu namazları birleştirerek kılmak caizdir, yapılabilir. Bu üç
mezhebe göre, öğle ve ikindi namazları öğle veya ikindi vaktinde peş peşe
kılınabileceği gibi, akşam ve yatsı namazları da akşam veya yatsı vakitlerinden
birinde beraberce kılınabilir. Ancak bu namazları kılmadan önce takdim veya
tehir edileceğine niyet edilmesi şarttır.
Meselâ, öğle namazını ikindi namazıyla birleştirerek ikindi
vaktinde kılacak kimsenin, öğle namazını kılabilmesi için ikindi namazının vakti
girmeden -yani bir farz namaz kılınacak kadar vakit varken- öğle namazını tehir
edeceğine dair niyet etmesi gerekir. Öğle namazı takdim veya tehir edildiğinde
her zaman ikindiden önce, akşam namazının da yatsıdan önce kılınması gerekir.
Ancak sabah namazı için takdim veya tehir mümkün değildir. Burada Hanefî olan
kimseler, dilerlerse diğer üç mezhebe uyarak, takdim veya tehir
yapabilirler.
İşte dinimizin böyle kolaylıkları varken yolculukta namazı kazaya
bırakmak hiçbir şekilde kabul edilemez.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
SORU
Yolculukta vasıta içinde namaz nasıl kılınır?
CEVAP
Değerli kardeşimiz;
Seyahatlerde ilk tedbir, namaz vakitlerinde durmayacağını tahmin
ettiğiniz vasıtaya abdestli olarak binmektir. Çünkü her şeyden önce abdest varsa
mecbur kalınca hemen namazı kılma imkanı da vardır. Abdest yoksa fırsat olsa da
namaz kılma imkanı yok demektir.
Bunu böylece ifade ettikten sonra yolculuk sırasında bilinmesi
gereken bazı mühim maddeler şöyle sıralanabilir:
1- Seyahatlerde içinde yolculuk yapılan vasıtanın namaz vakti
çıkmadan bir yerde duracağı ümit ediliyorsa namaz için beklenmelidir. Vakit
içinde vasıtanın durduğu yerde hemen inip namazı normal şekilde kılmak tercih
edilmelidir. Çünkü yerde kılınan namaz tamdır. Vasıta içinde koltukta kılınan
ise eksiktir. Kıyamı, secdesi yarımdır. Tamı kılmak mümkün iken elbette yarımı
tercih etmek uygun olmaz. Bu sebeple, sorumlulara namaz kılmak için müsait yerde
durmasını teklif etmeli, vaktin sonunda da olsa namazları yerde kılmaya gayret
gösterilmelidir.
2- Vasıtanın durmayacağına kanaat kesinleşmiş, vaktin sonuna
doğru da yaklaşılmışsa, artık daha fazla beklemeye sebep yoktur. Namazı kazaya
bırakmaktansa hemen oturulan koltukta mümkün olan nasılsa öylece kılınmalıdır.
Koltuktaki oturuş namazda kıyam, biraz eğilmek rüku, biraz daha aşağıya eğilmek
de secde olarak kabul edilir. Bu sırada başın öndeki koltuğa dayanması gibi bir
mecburiyet olmaz. Başın ayakların ucuna bakıyor şekilde boşluğa secde etmesi
yeterlidir.
3- Koltukta namaza başlarken ilk tekbiri kıbleye yönelik olarak
almak güzel bir başlangıç olur. Ancak bu mümkün olmuyorsa kıbleye yönelme
mecburiyeti kalkar. Böylece, otobüste abdestli bulunan kimse vaktin sonuna
yaklaşınca namazını oturduğu yerde kolayca kılar.
4- Bütün bu kolaylıklara rağmen yine de namazını vasıta içinde
kılma fırsatını kaçırmış olan kimse için yapılacak iş, kılamadığı bu namazı en
kısa zamanda hemen kaza etmektir.
5- Yolculuklarda kılınamayan namazlar, sonradan kaza edilirken
yolcu namazı olarak kaza edilir. Yani seferi hükmünü almış kişiler yolculukta
kazaya kalan namazlarını seferde oluğu gibi kısa kılarlar. Borç ne kadar ise
kaza edilecek namaz da o kadar olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
YOLCULUK NAMAZI
Islâm dini kolaylık dinidir. Yolculukta genellikle bir takım
sıkıntılar olabileceği için yolcuya bazı ibadetlerin ifasında kolaylıklar
getirilmiştir. Ramazanda yolculuğa çıkan kimsenin orucunu kazaya bırakmasının
mübâh oluşu, abdestte mest üzerine mesh süresinin üç güne çıkarılması ve dört
rek`atli namazı iki rek`at olarak kılması bunlar arasında sayılabilir. Işte bu
sonuncuya "kasr-ı salât" denir.
Sabah ve akşam namazlarının farzları ile sünnetlerde kısaltma söz
konusu değildir.
Hanefilere göre yolcunun dört rek`atlı namazı iki rek`attan
ibarettir. Bu gerçekte, dördü ikiye indirme anlamında olmayıp, yolcunun farzının
tamamı o kadardır. Dörde tamamlarsa son iki rek`at nâfile olur. Ancak bu
mekruhtur. Kötü bir iş yapılmış ve sünnete muhalefet edilmiş sayılır. Şâfiîlere
göre iki rek`at kılmak ruhsat, dört kılmak azîmettir (el-Kâsânî,
Bedâyiu`s-Sanâyi`, Beyrut 1402/1982, I, 91, 92; Ibnü`l-Hümâm, Fethu`l-Kadîr,
Mısır 1389/1970, II, 27 vd.)
Hanefiler bu konuda kitap ve sünnete dayanır.
Kur`an-ı Kerîm`de şöyle buyurulur: "Yeryüzünde yolculuğa
çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık yapmalarından korkarsanız, namazı
kısaltmanızda size bir günah yoktur" (en-Nisâ, 4/101).
Hz. Âişe`den şöyle dediği nakledilmiştir: "Namaz ikiser rek`at
olarak farz kılınmıştır. Mukîmın namazına ilâve yapıldı, yolcunun namazı ise
aslı üzere bırakıldı" (Buhârî, Salât, 1; Müslim, Müsâfırîn,1; Ebû Dâvud II,
3).
Abdullah b. Abbas ve Enes (r. anhüm) Rasûlüllah (s.a.s)`ın
yolculuk sırasında, dönünceye kadar namazlarını iki rek`at olarak kıldığını
bildirmişlerdir (Ahmed b. Hanbel, III, 45; Buhârî, Taksîr, 2; el-Askalânî,
Fethu`l-Bârî, Mısır 1378/1959, III, 216, 217).
Diğer yandan Hz. Ömer yolcunun namazının, Rasûlüllah (s.a.s)`ın
diliyle kısaltma söz konusu olmaksızın tam iki rek`at olduğunu belirtmiştir
(Buhârî, Küsûf, 4; Ibn Mâce, Ikâme, 73, 124).
Abdullah b. Ömer`den de şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllah
ile yolculuk yaptım. Iki rek`at üzerine ilâve yapmadı. Yine Ebû Bekir, Ömer ve
Osman ile yolculuk yaptım. Onlar da bu şekilde kıldılar" (Buhârî, Taksîr,
II).
Imam Şâfiî`ye göre, yolcunun namazı, mukimin farzı gibi dört
rek`attır. Ancak yolcu için namazı iki rek`at olarak kılmak bir ruhsattır. Dört
rek`at kılması ise azîmet niteliğindedir. Şafiîler de bu konuda kitap ve sünnete
dayanırlar. Onlara göre yolcunun namazı kısaltabileceğinden söz eden âyetteki
(en-Nisâ, 4/101). "sakınca yoktur" ifadesi farzlar ve azîmetler için değil,
mübah ve ruhsata bağlı ameller için kullanılır. (el-Kâsânî, a.g.e., I, 91,
92).
Şafiîler sünnetten ise şu hadise dayanırlar: Âllah Teâlâ,
yolculukta size namazın yarısını bağışlamıştır. O`nun bağışını kabul ediniz"
(Müslim, MüŞâfirîn, 4; Ebu Dâvud, Sefer, 1; Tirmizî, Tefsîru Sûre, 4/20; Nesaî,
Havf 1; Ibn Mâce, Ikame, 73; Dârimî, Salât, 179; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 25,
36, VI, 63). Şâfiîler bu hadisi şöyle yorumlar: Kendisine bağış yapılan kimse,
bağışı kabul edip etmemekte serbesttir. Nitekim, insanlar arasındaki bağışlarda
da durum böyledir. Diğer yandan,namazdaki bu kısaltma, yolculukta karşılaşılan
güçlükler yüzündendir. Ramazan orucunda olduğu gibi, yolcular kendi durumuna
göre, dileyen tam, dileyen kısaltarak kılabilir (el-Kâsânî, a.g.e., I, 92).
Yukarıda verdiğimiz Hz. Aişe`den nakledilen ve namazın iki rek`at
olarak farz kılındığını bildiren hadisi, Şâfiîler; "Iki rek`at olarak takdir
edildi veya kısaltmak isteyen yolcu için iki rek`at olarak farz kılındı"
şeklinde değerlendirirler. Ahmed b. Hanbel`e ve Imam Şâfiî`den bir görüşe göre,
namazları kısaltarak kılmak daha fazîletlıdır. Imam Şâfiî, başka bir görüşünde
yolcunun oruç tutmasına kıyas yaparak, yolculukta namazları tam kılmanın daha
faziletli olacağını ifade etmiştir. Imam Mâlik ise, yolculukta namazın iki veya
dört kılınması hâlinde her ikisinin de sünnete uygun düşeceğini belirterek
birleştirici bir yol izlemiştir (bk. Ibn Abdilber, el-Kafi, Riyad 1400/1980, I,
244; Behûtî, Şerhu Müntehâ`l-Irâdât, Beyrut t.y., I, 277; Ahmed Davudoğlu,
Müslim Şerhi, IV, 85).
sorularla islamiyet
SORU
Yolculuk sırasında otobüs durmazsa, vakit namazını otobüs
koltuğunda ya da gözümüzle kılabilir miyiz?
CEVAP
Değerli kardeşimiz;
Evet, başka çare yoksa kılınır. Hareket hâlinde bulunan
vasıtalarda namaz kılarken kıbleye yönelmek mecburiyeti yoktur. Vasıta
istikametine doğru oturulan yerde îma ile kılınır.
Nafile namazlar, herhangi bir zaruret olmaksızın hayvan üzerinde
kılınabilir. Hayvan üzerinde kılınan namaz, îma ile kılınır. Ve hayvanın
yürüdüğü istikamete doğru yönelerek namaza durulur. Secde rükûdan biraz fazla
eğilerek yapılır.
Farz ve vâcib olan namazlar, zaruret olmadıkça hayvan üzerinde
kılınmazlar. Hayvan üzerinde namaz kılmak, ancak şehir, yani, meskûn bölgeler
dışında câiz olur. Şehir hükmünde sayılan bir yerde, ne nafile, ne farz, ne de
vâcib hiçbir namaz câiz olmaz.
Taksi, otobüs, tren, uçak ve benzeri nakil vasıtalarında namaz
kılmakta hüküm, hayvan üzerinde kılınan namaz gibidir. Şehrin dışına çıkıldıktan
sonra, vasıta içinde, oturduğu yerde îma ile nafile namaz kılınabilir. Nakil
vasıtaları üzerinde farz veya vâcib namazlar ancak zaruret halinde kılınabilir.
Zaruret ve bir özür hâli bulunmadıkça farz ve vâcib namazlar vasıta içinde
kılınmazlar.
Farz namazlarla vâcib namazların hayvan üzerinde veya nakil
vasıtaları içinde kılınmasını mübah kılan özürler şunlardır:
1. Vasıtadan inildiği takdirde can ve mal güvenliğinin
kaybolmasından korkmak.
2. Eşkıyadan, yırtıcı hayvandan, düşmandan korkmak.
3. Vasıtadan inince, bir daha vasıtaya yetişip binememekten
korkmak.
4. Arazinin çamur olması, namaz kılacak müsait bir yer
bulunmaması.
Bu şartlar altında vasıta içinde oturarak îma ile namaz kılınması
sahihtir. Bu şekilde kılınan namaz, imkân bulunduğu zaman iade edilmez. Şayet
uçak ve tren ve benzeri vasıtalarda ayakta namaz kılma imkânı bulunur ve dışarı
çıkamayacak hal olursa, vasıta da duruyorsa, namazı ayakta kılmak icab eder.
Vasıta sürücüsünün, vasıtadan dışarı çıkıp namaz kılmasına mâni bir özür varsa,
vasıtayı durdurup namazı vasıta içinde kılmalıdır. Vasıtayı bekletme imkânı
varken, bekletmeyerek hareket etmesi câiz olmaz.
Hayvan ve vasıtalarda necaset olması namaza mâni olmaz.
Hareket hâlinde bulunan vasıtalarda namaz kılarken kıbleye
yönelmek mecburiyeti yoktur. Vasıta istikametine doğru oturulan yerde îma ile
kılınır.
Ayakta durmak namazın farzlarından biridir ki, buna kıyam
diyoruz. Bu nedenle ayakta durmaya gücü yeten birinin ayakta durmadan kıldığı
namaz olmaz. Ancak otobüste ayakta duramayan birisi oturarak namazını
kılabilir.
Efendimiz (sav) Hazretleri nafileleri deve üzerinde kılmış,
farzları da yerde kılmaya dikkat göstermiş; ancak yerde kılmak mümkün olmadığı
takdirde deve üzerinde kılınacağına işarette bulunmuştur.
Yerin çamur olması, kafilenin beklememesi, binek hayvanın huysuz
olup kaçması,.. gibi durumlar, yere inmemeye özür olarak gösterilmiştir.
Bu noktadan bakılınca arabada koltukta oturarak namaz kılmanın
bir sakıncası olmadığı söylenebilir. Koltukta namaz kılınacağı vakit ima ile
kılar.
İmâ, namazda rükû ve secde yerine başla işaret etmektir. Bu
şekilde namaz kılan kişi rükû için başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz
daha fazla eğer.
Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına
kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
SEFERİ NAMAZ
SORU
Seferi namaz hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Değerli kardeşimiz;
Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine yolculuk yapma. Bir
fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir mesafeye gitmektir. Bu mesafe ise orta
yürüyüşle üç günlük, yani on sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir. Buna üç
merhalelik mesafe de denir.
Ne zaman seferi olunacağı konusunda iki ayrı görüş vardır:
1- Mesafeyi esas alanlar. Bu anlayışa göre 90 km kadar bir
yolculuğa çıkılırsa seferi sayılacağından namazlarını kısaltır.
2- Zamanı esas alanlar. Bunlara göre 3 gün yolculuk yapmak kişiyi
seferi yapar. Ancak bu durumda namazlarını kısaltır, yoksa kısaltamazlar.
Hanefilere göre seferi olan birisinin dört rakatlı namazları 2
kılması gerekir. Ancak 4 olarak da kılsa namazı geçerlidir. Şafilerde ise yolcu
bile olsa tam kılmak daha faydalıdır. Farz edelim ki gerçekten seferi olduğumuz
halde namazı tam kılsak bile, namazımız geçerlidir. Eğer gerçekten seferi
değilsek bu durumda iki kılmak namazımızı bozar. O halde ihtiyaten de dört
kılmanın daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Bununla beraber bir anlayışı esas
alıp ona göre hareket etmek, diğer anlayış sahiplerini de kötülememek
gerekir.
Seferîliğin Hükümleri
Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir.
Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak mübahtır. Yolcunun mesh
süresi üç gün üç gecedir. Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat
olarak kılar. Buna "kasrı salat" denir.
Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak kılınması Kur'an,
Sünnet ve icma ile câizdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size fitne
vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak
kılmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın korku
şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir. Çünkü Rasûlüllah
(s.a.s)'in çoğu yolculukları korkudan uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b.
Ümeyye (r.a) Hz. Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları kısaltarak
kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle
buyurdu: Ben de aynı durumu Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu,
Allah'ın size verdiği bir bağıştır, Allahın sadakasını kabul edin" (Müslim,
Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I).
Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı
yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür
derecesindedir. Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda arkadaşlık ettim. O,
yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz.
Osman da böyle yaparlardı" (İbn Mâce, İkâme, 75). Hz. Ömer'in şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın
tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce, İkâme, 73, 124).
Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur;
yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir?
Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak kılması vacib ve
aynı zamanda azimettir. Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur.
Bununla birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha
kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur. Ancak selâmı
tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır. Fakat birinci teşehhüdü
terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş olmaz.
Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir. Hz. Aişe (r.anha)'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra
hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1;
Müslim, Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği
nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili ile hazarda dört
rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır" (Müslim, Müsâfirîn, 5, 6; Ebû
Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; İbn Mace İkame, 75).
Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnet,
Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer
olmak üzere ruhsattır. Seferî kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da
kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha
faziletlidir. Çünkü, Hz. Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam
etmişlerdir.
Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir
amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir. Meselâ;
yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için
yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu konudaki nasslar
bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları
kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû
veya gayri meşrû olması arasında bir ayırım yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, a.g.e.,
I, 405 vd.; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736).
Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise; yol kesmek,
şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu
yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi
oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nafile
namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz. Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan
için yolculuk yapmış sayılır. Bu konudaki kaide şudur:
"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz". Yine
Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a
isyanda bulunmama" şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu durumda ruhsatlar
günah ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970,
II, 261; Zühaylî, II, 323 vd.; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163).
Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet
edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar. Eğer on beş günden az kalmaya
niyet ederse seferîliği devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların
temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden
düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir. İkamet yerinde bulunmak da
sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri
dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması
gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu görüş
İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'dan nakledilen şu söze dayanır: Seferî olduğun halde
bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam
kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak
kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323).
Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için
beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını kısaltarak kılar. On beş
günden fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder. Nitekim İbn
Ömer (r.a) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu şekilde kısaltarak
kılmıştır. Bir kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet edilmiştir.
Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla
kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak kılarlar. Çünkü orada kalmak
veya yenilip çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli
değildir.
Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet
ederse namazlarını tam kılar. Çünkü sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin
hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır. Rasülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikâmet eder.
" Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı zaman Mekke'de üç gün süreyle
kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılıyordu" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III,
207 vd.).
Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten
fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan az olursa kısaltarak
kılar.
Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi olunanın
niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanının; işçi işvereninin; öğrenci
hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur.
Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuk
hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun
yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir.
Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini
ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye
kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.
İslâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir
süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet
ederse, namazlarını kısaltır. Doğru olan budur.
Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun
kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle değişmez. Bu yüzden seferde
iken kazaya kalan namazları ikişer rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet
zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.
Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada müsafir iki
rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe göre- kıraatta
bulunmaksızın namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez. Çünkü, bu mukîm bir
lâhik mesabesindedir (bk. "lahik" mad.). İmam olan müsafirin namazdan önce "Ben
seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır.
Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört
rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar. İmama vakit içinde
uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş olur. "İbn Abbas
"Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekat, mukîm olarak
dört rekat kılıyor" sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını vermiştir"
(ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer seferî olduğu zaman imamla
birlikte kılınca dört rekat kılar; yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekat
kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir namazında
mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki rekat olarak meydana
gelmiştir.
Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir
vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de
akşam ile yatsı namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk.
"Namazın Vakitleri").
Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir mazeret bulununca
öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir
vakitte birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile ikindi namazı öğle
vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek
iki vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin dışında
kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler. Ancak bunun da
bazı şartları vardır. Her zaman geçerli değildir.
Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya yolcu
iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe uğramaz. Bu yüzden
yolculukta kazaya kalan dört rekatlı namazlar, ister yolculuk sırasında isterse
mukîm iken kaza edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken kazaya kalan namazlar
da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır.
Yolculuğun Sona Ermesi:
Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada
oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez. İkâmet vatanına dönüşte
ise, oturmaya niyet gereklidir.
Vatan üçe ayrılır.
1. Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip içinde
yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasd edip, başka yeri vatan edinmek
istemediği yere "aslî vatan" denir.
2. İkâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü, evlenip içinde
sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde
on beş günden fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı (vatan-ı
ikâmet)" denir. Askerlik, öğrencilik, işçilik veya memurluk gibi hizmetler
sebebiyle sürekli bir şekilde yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya
niyet edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir.
3. Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş günden az oturmak
istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı olur. Bu sonuncuya itibar
edilmez. Bununla ne aslî vatan ve ne de ikâmet vatanı değişmez. Böyle bir yolcu,
hem yolculuk sırasında hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde "seferî"
sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına olan yolculukta ise yalnız yolculuk
sırasında seferî hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaşan kimse, orada "mukîm"
sayılır.
Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile
bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden insanın asıl vatanı olan yer, diğer
ikâmet ve süknâ vatanları ile bozulmaz. Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse
vatan-ı aslîye dönmekle müsafir olmaz. İnsan doğup yerleştiği veya karısının
yerleştiği yere varınca seferî olmaz. Sadece gideceği bu yer seferi olacak kadar
uzak ise yolculuk sırasında seferî olur, fakat oraya varınca seferîliği
kalkar.
Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli olarak yerleşmek
amacıyla başka bir yere giderse, gittiği yer vatan-ı aslîsi olur; birinci vatanı
vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke'ye gittiklerinde
kendisini müsafir saymış ve "Biz seferîyiz" buyurmuştur (eş-Şevkânî, a.g.e.,
III, 270).
Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz. Doğduğu veya karısının
bulunduğu yerden öğrencilik, askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az
kalmak üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı nitelik
değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa seferî sayılmaz. Çünkü
vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi bozmaz.
Bir kimse bir şehirde otururken ailesini nakletmeden başka bir
şehirde de evlense, her iki şehir kendisi için asıl vatan olur. Hangisine gitse
mukîm sayılır. Vatan-ı ikâmet ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya oradan
ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana dönmekle bozulur. Yani vatan-ı
ikâmetten ayrılan kimse, yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa
seferî sayılır.
On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı süknanın bir önemi
yoktur. Kişi orada seferî sayılır. Bu vatan, diğer vatan çeşitlerini
değiştirmez. Kişi onbeş günden kısa süren ve seferi olacak kadar uzağa yaptığı
tüm yolculuklarında, şehrin yerleşim alanları dışına çıktığı andan itibaren ve
gittiği yerde seferî sayılır. Bu durum geri dönünceye kadar devam eder.
Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir iki rekat
kılınca selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı dörde tamamlar. Namazı dörde
tamâmlarken hiç bir şey okumaz; çünkü namazın baş tarafını imamla kılmış ve farz
kıraat yerine gelmiştir (İbnül-Hümam, I, 405; İbn Âbidîn, I, 733 vd.; Zeylaî,
et-Tebyîn, I, 215).
İA. Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder